‘Duygularım daha kalabalıkmış, daha iri cümlelerim varmış eskiden’

“`html

Uzun bir aradan sonra İstanbul’un serin bir gününde, Şükran Ovalı ile buluşma fırsatı yakalıyoruz. Dışarıdan bakıldığında belki de sert bir yüz ifadesi var gibi algılansa da, tanıştığınızda onun sıcak ve samimi kişiliği hemen kendini belli ediyor. Kendisi oldukça esprili; hem güçlü hem de oldukça duygusal bir yapıya sahip. Yıllar boyunca kendini tanımakta ve anlamakta büyük ilerlemeler kaydetmiş. Geçmişi ve bugünüyle ilgili deneyimlerini rahatlıkla paylaşıyor. Sohbete başlayalım…

Uzun süredir görüşemedik. Sana pek çok sorum var…

Bekliyorum Hakan, sorularını sorabilirsin.

Direkt konuya gireceğim; 40 yaşına girmene 1 ay kaldı…

Evet, 1 ay sonra 40 olacağım. Bu yaşa geldiğim için çok mutluyum ve şükrediyorum.

Yaş almak senin için ne ifade ediyor, neleri değiştiriyor?

Baya bir değişim var, konu uzun ama hazırsan anlatayım.

Dinliyorum…

Yirmili yaşlar; cesaret, belirsizlik ve hatalarınla birlikte kendini sevme dönemi. O yaşlarda insan birçok hataya daha hoşgörüyle yaklaşır. Şimdi daha fazla sınır koymaya çalışıyoruz, hem kendimize hem de başkalarına. Yirmili yaşlarda her şeyi çok ciddiye alırdım, şimdi ise “ölümlü dünya” şeklinde düşünmeye başladım. Özellikle çocuk sahibi olunca, düşüncelerim tamamen değişti. Artık kendimi daha fazla düşünmek yerine başkalarının ihtiyaçlarına odaklanıyorum. Mesela yalnız kalmayı sevmezken, şu anda bu durumu daha çok seviyorum.

İnsanlarla ilişkilerinde ne gibi bir değişim oldu?

Doktorum “Sosyal görünürken asosyalin” dedi, aslında biraz öyleyim. Üzerimdeki sosyal maskenin arkasında yalnız kalmanın tadını çıkarıyorum. Ailemi büyütmeye çalışırken, başka bir birey olduğumu anladım. Duygularım daha yoğun, iletişim tarzım daha derinleşti. Gerçek dostluklar benim için artık daha değerli. Gerçekleri konuşabildiğin, kalabalığın içinden seçtiğin seçkin dostları kullanmak çok önemli. Ancak bunları yaparken aşırı sayıda kişiyle sağlıklı bir ilişki kurmak zor; seçilmiş dostlarım her geçen gün daha kıymetli hale geliyor.

Mesleğe adım attığın günden beri 18 yıl geçti. O günkü Şükran’a bir tavsiye vermek istesen, ne derdin?

“Hayallerini daha gür bir sesle dile getirmelisin” derdim ona.

Şükran Ovalı Röportajı

‘LINÇ KÜLTÜRÜ BÜYÜYOR’

◊ Bunu neden başaramadın?

Biz, utangaç bir nesiliz. Kendimizden emin olmayı kibir olarak algılayabilen bir yapıdayız. “Bu istemiyorum” derken kendimi bencil olarak tanımlama kaygım vardı. Oysaki bireysellik ile bencillik arasındaki çizgi çok ince. Psikiyatristim bir gün şöyle dedi: “Mustafa Kemal, kalemi eline aldığında sınırları çizdi, sınırlar her zaman kıymetlidir.” O heyecanı keşke daha fazla dışa vurabilseydim. Bugün birçok genç “Dünyaya açılmak istiyorum” diye konuşuyor, ama bu da pek gerçekçi gelmiyor. Hayallere sınırlama koymayın. Manipülasyona da çok fazla maruz kalmasaydım diye düşündüğüm anlar oldu; insan, gerçeği yaşayarak anlıyor.

Kariyerinde her zaman iyi noktalardaydın. Tüm bunlara rağmen bu zorluklarla mı karşılaştın?

Bunu yaşamayan var mı? Sen yaşamadın mı ve meslektaşlarından hiç bu tür durumlarla karşılaşmadın mı? Her yerde karşılaşmak mümkün maalesef. Ama bunları anlatmaktan hoşlanmadığımı belirtmeliyim.

Neden böyle hissediyorsun?

Gerçek şu ki, insanları yaralıken sevebiliyoruz. Ama birinin başına kötü bir şey gelmesini beklemek, sevgi göstermek için yanlış bir yaklaşım. Bu konularda kendimi pek açmadım.

Yaşadığın mobing’ler genelde kimlerden geliyor?

Hem kadın hem erkeklerden bu tür durumları deneyimledim. Umarım, benzerine maruz kalmayan genç meslektaşlarım olur. Çünkü bazıları, gençlerin enerjisini kırmaktan hoşlanıyor. Linç kültürü de oldukça yaygın hâle geldi.

‘UMARIM İYİLER KAZANIR’

Anne olduktan sonra kadın oyuncular için “Mesleği bırakacak mı?” gibi bir algı oluşuyor. Oysaki aynı soruyu erkek oyunculara sormuyoruz. Bu durumları sen de yaşadın mı?

Çok kıymetli meslektaşlarım var ve bu konuda çok güzel cevaplar verenler de oldu. Bir babaya “Baba oldunuz, artık çalışmayacaksınız” denmediği gibi, anneye de böyle sorular sorulmamalı. Değişim dilde başlıyor. Çünkü bir baba çocuğa yardım ettiğinde ona takdir edilmemeli; bu aslında herkesin görevi. Ben söyledim, bazıları hoşlanmadı: “Annelik ve babalık kutsal değil.” Kutsal olan yalnızca çocuklardır.

Bunu biraz daha açar mısın?

Çocuk, ileride teşekkür ettiğinde annelik görevini yerine getirmiş olursun. Hiçbir canlı, savunmasız bir varlık kadar kutsal olamaz. Kaybettiğimiz bir çocuğun annesi bunun yakınında da var olamaz mı? O yüzden, ne kadar eleştiri alırsam alayım bunu dile getirmekten çekinmeyeceğim; kutsal olan savunmasız her canlının yaşamıdır, insan projedir, tasarım değildir; sadece vicdanlı birine ihtiyacı vardır.

Kızın Mihran 6 yaşında. Ona verdiğin en büyük öğüt ne oldu?

Çocuklara hikâyelerde kötüyü gördüklerinde “İyiler kazanacak” diyorum, umarım onu yanıltmıyorumdur. Umarım her zaman iyi olan kazanır.

‘BEŞİKTAŞ’A AŞIĞIM’

Caner (eşi Caner Erkin) ile bir cilt doktorunda karşılaşıyorsunuz. Randevunu beklerken Caner de o doktora geliyor ve başta önyargı besleyip peşinden koşuyorsun…

Evet, Caner Fenerbahçe’deydi, ben Beşiktaşlıydım ve maçları yakından takip ediyordum. Kavgacı bir imajı vardı. İlk tanıştığımızda bana elini uzattı, ama ben elimi uzatmadım.

Bu inadı nasıl kırmayı başardı?

Biraz zaman aldı. Caner’i kutlamak lazım; çok sabırlıydı. Hayatımda telefon numarasını en çok engellediğim kişi oldu, tam 14 kez engelledim. Bir süre sonra, acaba beni ne kadar büyüttü, tanışayım dedim. Onu tanıdıkça her geçen gün şaşırdım; bir insan bu kadar iyi olamaz düşüncesi içinde kaldım ve en sonunda daha çok sevdim.

Caner daha çok âşık gibi duruyor…

Caner, tribünlerin gözdesi olmayı biliyor (gülüyor). Zamanla ben onu daha çok sevdim.

Caner’de en çok neyi beğeniyorsun?

Çok merhametli, ‘Hababam Sınıfı’ filmini izlerken bile gözyaşları döküyor. O merhameti bana çok şey katıyor.

Caner sana ne lakap takıyor?

Ona ‘fişek’ diyorlar, iyi bir sol ayağı var, 35 yaşına rağmen asist kralı hâlâ oynuyor. Bana ise ‘Melezim’ diyor.

Caner Eyüpspor’da oynuyor. Peki sen takım değiştirdin mi?

Hayır, bir Beşiktaşlı olarak rengi belli. Zaten ilişkimiz varken Beşiktaş’a geçmişti, “Şükran getirdi” dediler. Ama ben bunun önemi olduğunu düşünmüyorum. Beşiktaş’ın duruşuna hayranım.

Şükran Ovalı Röportajı

‘CANER KALP KIRMAYA KORKUYOR’

“Linç kültürü artıyor” dedin. Sen de bu durumlardan muzdarip oldun. Yanlış anlaşıldığın zamanlar oldu mu?

40 yaşıma gelirken, bu coğrafyada kimsenin yaranamayacağını söyleyebilirim. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaranamadığı bir yerde benim kim olduğumu sorguluyorum. İnsanlar eleştirilerini kolaylıkla yaparken çok sayıda insana en ufak yanlışlarında yükleniliyor. Yanlış anlaşıldığımda çoğu kez, insanların benim soğuk durduğumu düşündüklerini gördüm. Bazen de linç hakkında konuştukça Caner ile evlendikten sonra sözlü ve sözsüz mobbing yaşadım.

Futbolcuların yüksek gelirlerini bilerek eşi olduğun için lüks bir yaşam sürmekle mi suçlandın?

Evet, “Son model araba aldı” diye yazdılar. Arkadaşlar, ben araba kullanmayı bile bilmiyorum! Caner’e aşık olduğum için evlendim; onun parası için olmadı bu. Başlangıçta önyargılıydım ve bu yüzden pişmanım. Kendim de ekonomik bağımsızlığa, kendi ayaklarımın üzerinde durmaya alışmış biri olarak, başka birine güvenme durumum olmadığı için yükseklikler arzum bu gibi baskılarla ilişkilendirilmiş.

Bunlarla karşılaşınca neler hissettin?

Zaman zaman yoruldum, uğradığım mobbinglerden dolayı kendimi üzdüm. Caner iyi bir araba kullanıyorsa, onun arabasına oturmaktan çekiniyorum. Psikiyatristim bana “Caner haram para kazanmıyor, onun arabasına binmene neden çekiniyorsun” dedi ve haklıydı. Ama zaman her şeyi gösteriyor; sekiz yılı geride bıraktık. Onun benim için iyi bir dost olduğu için faydalı bir iş partneri olması çok değerli. Caner’in iyi bir kalbi var, çok duygusal.

‘SESİM HAKKINDA YAZILANLARA NE DİYORSUN?’

Oyunculuğunun zorlu yanlarından biri de, fiziki görünümün esas olduğu bir sektörde yer alman. Doğum sonrası kiloların üzerine yöneltilen eleştiriler seni üzdü mü?

Doğum sonrası ‘Ufak Tefek Cinayetler’ dizisine konuk olmuştum. Çok kilo aldığım için “Dana gibi” denildi. 35 kilo aldım ve bunu gizlemedim. Eleştiriler elbette üzücüydü, kadınlardan geldiğinde etkisi de ekstra oluyor. Kadınlardan gelen övgüler beni mutlu ediyor ama eleştirileri kabul edemiyoruz ve isimlendiriyoruz. Tartışma ve kavga arasında bir yanlış anlayış var. Oysa güzel tartışmak, farklı bakış açılarını da kabul etmek açısından değerlidir.

Sesin kalınlığı da oldukça dikkat çekici. Bazılarına göre bu bir sanat kalitesidir, bazıları ise seni eleştiriyor.

Ciddi sorunu şu ki, sesimle ilgili bir sağlık sorunun var; nodül ve reflü ile birlikte mide kanaması hayal ettiğim zor süreçler geçirdim. Çocukken sesimin bu şekilde olmasının doğal kökenidir. Babaannem bu durumu vurgulardı: “Bilekleri incecik, sesi ise ne kadar kalındır” derdi. Ama karakteristik olması nedeniyle onu kabullenmeye alışırsınız.

Şükran Ovalı Röportajı

‘ZORLUKLARA DAYANMANIN ANLAMINI BİLİRİM’

Yaşadığın deneyimleri konuştuk. Ama oyunculuğunu en çok zorlayan ayrıntılar nelerdi?

Okuduğun bir senaryoyu bilmiyormuş gibi oynamak zorundaydın. Başka birine dönüşmeyi kabul etmek ve bu karakterin kusurlarını savunmak kolay değil. Zaaflarıyla kusurlarıyla doğru bir karakter oluşturmak zorundayız; bu nedenle bu kişiliği derinden hissetmek durumundayız.

Seni izlemeyi çok özledik. Yakın gelecekte hangi projeler yer alacak?

Cem Yılmaz ile birlikte ‘Erşan Kuneri’ adlı dijital projede yer alacağız. Ayrıca ‘Kalpazan’ devam etmekte, burada mesleğe tutkuyla bağlı oyuncularla birlikteyim. Partnerim ise Timuçin Esen; onun özel birisi olduğunu düşünüyorum.

Canlandırdığın karakter nasıl biri?

Canan, herkesin kendisinde bir eksiklik bulacağı çok tanıdık bir karakter. Üst üste birçok sorumluluğu yüklenmiş; hem anne hem eş olmuş hem de kariyerine devam etmiş birisi. Çeşitli zorluklarla yüzleşmiş ve her şeyin birazından parça parça yapmış biri. Ekonomik krizler aile içinde ilişkileri sarsıyor. Ben de zorlukları çok iyi anlayan biriyim; memur çocuğuyum. Yeterince çabalayıp da yine de yetmediğini hissetmek, gerçekten zor bir durumdur.

Hikâyede çocukları için her şeyi yapan bir aile var. Sen ne kadar ileri gidersin bu konuda?

Başkalarının uğraşlarını göz ardı edebilirsin, ama çocukların güvenliğinden söz gelirken gözüm dönüyor, burada değerleri sorgulamak zor.

Dizinin temel mottosu; “İnsan mı paranın sahtesini yapar, para mı insanın?” Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

Kesinlikle, işimiz bu mottoda ilerliyor ve maalesef günümüzde ikisini de sıkça görüyoruz. Nihayetinde insan olmanın, aklı ve vicdanı kullanmanın en önemli gereği rahat bir uyku uyumaktır.

“`

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir